4 Kasım 2008 Salı

Lili Brik'e Mektuplar

“Sevgili, sevgili Lilionok,

Yeryüzünde bir tek seni seviyorum, yolunu gözleyen kuçunum senin.”

Vladimir Mayakovski
(Lili Brik’e Mektuplar, Moskova 1-6 Ocak 1922)

Büyük Sovyet şairi Mayakovski…
Devrimci ve sanatçı kimliğini hiç yitirmeden yaşayan, aşkı karşısında ‘köpekleşen’, sevgilisi Lili Brik’e yazdığı mektupları ‘köpeğin’ imzasıyla bitiren, yaşadığı aşkı şiirlerine ve mektuplarına sığdıramayan büyük şair. Rusya’da ve ekim devriminden sonra Sovyetler Birliği’nde fütürist edebiyat akımının öncülüğünü yapan Mayakovski, varlığının temel saç ayaklarını oluşturan devrimci, sanatçı ve aşık kişiliğiyle son derece sıradışı bir karakter görüntüsü çizmektedir.
Lili Brik, Mayakovski’nin ölümünden sonra kendisine yazdığı mektupları derleyerek bir kitap haline getirmiş; mektuplara yazdığı önsözde şöyle der:
“Mayakovski, mektuplarının çoğunda O.M. Brik’ten söz etmiştir. Ossip Brik ilk kocamdı. Kendisini on üç yaşında, ilk devrim sırasında, yani 1905’te tanımıştım. Lisemdeki Siyasal İktisat derslerini yönetmekteydi. 1912’de evlendik. Mayakovski’yle seviştiğimizi söylediğim zaman, üçümüz oturup birbirimizden ayrılmamaya karar verdik. Mayakovski’yle Brik, daha o zaman ortaklaşa bir edebiyat çalışmasıyla ortaklaşa fikirlerin yarattığı bağla çok yakın dosttular. Böylece, hem iç, hem de dış dünyamızda bir arada yaşadık.”
Brik’ler ve Mayakovski, 1915’ten Mayakovski’nin ölümüne kadar, on beş yıl boyunca üçlü bir ilişki içinde yaşayarak birlikte olmuşlardır. Ekim devriminin öncesinde başlayan ve devrimden sonra da devam eden bu ilişki, siyasal açıdan son derece fırtınalı ve çalkantılı bir döneme yerleşmiştir. Kadın erkek ilişkileri açısından da zengin bir laboratuvar gibi görünen bu aşk üçgeni, cinsellik ögesinin yanısıra, tarihin akışına etkide bulunan çok fazla entellektüel ve siyasal bileşenle de beslenerek uzun bir süre devam etmiştir.
Ossip Brik, Rus formalist okulunun ve fütürist edebiyat akımının öncülerinden, avant-garde bir yazar ve edebiyat eleştirmenidir. Aynı isimle faaliyet gösteren Rus konstrüktivist sanatlar grubunun resmi yayın organı ve etkinlik platformu olan LEF (Leftist Front for the Arts) dergisinin kurucularındandır. Oldukça etkin bir entellektüel ve siyasal birikime sahiptir. Ossip bu üçlü ilişkinin egemen unsuru gibi görünmektedir. Lili, Ossip’i on üç yaşında tanımıştır. Büyük olasılıkla Ossip, Lili’nin ilk beraber olduğu erkektir. Yaşça Lili’den sadece dört yaş kadar büyüktür ama Lili’nin anlattığına göre, lisede siyasal iktisat dersleri vermektedir ve aralarında bir öğretmen öğrenci ilişkisini de çağrıştıran bir belirlenim vardır. Lili Brik, Mayakovski’den etkilenip de birlikte olmaya başladığında ve bu durumu açıkça eşine anlattığında, Ossip karısını kıskanmamış ve bu ilişkiden alıkoymamıştır. Tam aksine, büyük bir öz güvenle davranıp, Mayakovski’yle son derece derin bir dostluk ve entellektüel paylaşım içerisine girmiştir.
Kıskançlık, egonun türevidir. Kırılmış bir benliğin çatlaklarından sızar. Yara kabuğu gibidir, yaralanmış bir ruhun üzerine sızarak katılaşır. Lili ve Mayakovski’nin ‘sevişmeleri’, öyle anlaşılıyor ki, Ossip’te büyük bir ego ya da cinsel benlik kırılmasına yol açmamıştır. Çünkü Mayakovski, bu aşk üçgeninin ‘tali’ unsuru gibi görünmektedir. Lili’nin ruhu ölünceye kadar Ossip’te kalmıştır; Mayakovski’yle paylaşılan ise, şairin hissettiği yoğunluğun aksine, aşk ya da delicesine şiddetli bir tutku değil, gayet insanca olduğunu düşündüğüm tensel arzularla ve Ossip’in de içinde olduğu bir süreçte, ortaklaşa üretilen muazzam bir siyasal dinamizm ve entellektüel doyumla belirlenmiştir.
Hiçbir kaynakta, Mayakovski’nin Lili’ye karşı hissettiği derin aşkın ‘karşılıklı bir aşk’ olduğundan bahsedilmiyor. Mayakovski, Lili’ye deli divane aşıktır, ama Lili, Mayakovski’ye aşık değildir. Kocasına, Mayakovski’yle ‘seviştiğini’ söylemiştir. Lili Brik’e yazdığı mektuplarında Mayakovski’nin delicesine, en fazla yakındığı konu, Lili’nin kendisine yeterli sıklıkta yazmamasıdır. Lili’den mektup alabilmek için yalvarır adeta. Yazdığı mektuplarda egodan eser bile yoktur. Tutkulu aşk, insanı zayıflatır; egosunu yok eder. Lili Brik, Mayakovski tarafından kendisine yöneltilen sınırsız sevginin kıymetini biliyor ve birlikte oldukları süre içerisinde bu hassas ruhu hemen hemen hiç incitmiyor; Mayakovski üzerinde sahip olduğu gücü kötüye kullanmıyor. Tam aksine, destekliyor Mayakovski’yi; siyasal ve kültürel üretiminin dayandığı temel unsurlarından birisi haline geliyor onun hayatında. Görünen o ki, Lili’nin hayatının merkezinde duran ilişki, Ossip Brik’le kurduğu ilişkidir ve bu ilişkiden hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Aradan yıllar geçtikten sonra da, Mayakovski 14 Nisan 1930’da, 37 yaşında Moskova’da bir apartman dairesinde intihar ettiğinde (ki ölürken bile hala Lili’ye aşıktır, yanıbaşında Lili’ye yazdığı son mektup bulunmuştur), karı koca Brik’ler Mayakovski’nin yanında değil, Londra’dadır. Son dönemde araları bozulmuştur çünkü. Bazı kaynaklar, Mayakovski’nin Lili’ye olan saplantılı tutkusu ve ‘karşılıksız’ aşkı nedeniyle düş kırıklığı içerisinde intihar ettiğini iddia etmektedirler. Lili Brik bu iddiayı Berlin’de reddeder ve Mayakovski’yi daha önce iki kez intihardan kurtardığını söyler. Reddettiği, aşkın karşılıksız olması değildir; Mayakovski’nin ‘bu nedenle’ intihar etmediğini savunur. Kuşkusuz, Mayakovski sadece bu nedenle intihar etmemiş olabilir, ancak Lili’yle aralarında yaşanan ilişkinin terazisi böyle görünmektedir.
Mayakovski, 9 Nisan 1930’da son kez çıkar insanların karşısına; Plehanov Ulusal İktisat Enstitüsü öğrencilerine seslenir ve şiir okur. Okuduğu şiirlerin arasında hiçbir zaman bitirilemeyecek olan son şiiri ‘Yüksek Sesle’ de vardır. Bu şiirinde, Lili’ye şöyle seslenir: “Lili, sev beni…”. Başlanıp bitirilmemiş şiirlerinin Brik’lere verilmesini ister; “onlar kendilerini bulacaklardır bu şiirlerde”. Beş gün sonra kalbine bir kurşun sıkarak yaşamına son verir. 15 yıllık bir ilişkinin ardından, bir sevgiliye ‘sev beni’ diye yalvararak hayata veda edilebilir mi? Mayakovski’nin Lili’den yana büyük bir aşk yoksunluğu çektiğini düşündüğüm yaşamında geldiği bu dramatik son açıkça görülüyor. Lili’nin hayatının merkezinde duramadığının, onun için entellektüel ve siyasal anlamda değil ama, kadın erkek ilişkisi, aşk ilişkisi anlamında ikincil bir aktör olduğunun, Ossip’in gölgesinde yer aldığının farkındadır. Dolayısıyla, bir ‘aidiyet ilişkisi’ yaşayamamıştır Lili’yle. Lili’nin ruhu, bütün bu süre içerisinde Ossip’e ait olarak kalmıştır. Ossip’te bir benlik kırılmasına yol açmayan ve karısının sevgilisi olarak yaşamlarına Mayakovski’yi alabilmesini sağlayan, üstelik Mayakovski’yle dost olabilmesini de sağlayan, Lili’deki bu güçlü duruştur işte. Lili’nin bu hassas dengelere dayandığını düşündüğüm belirleyici duruşunun, Mayakovski’nin de kırılıp incinerek bu sürecin dışına düşmesine engel olduğunu düşünüyorum. Bir tarafta Ossip’le merkezde duran, ağırlıklı olarak Ossip tarafından belirlenen, Ossip ölene kadar devam eden son derece güçlü bir kadın erkek ilişkisi, diğer tarafta Mayakovski’nin kırılıp incinmesine yol açmayan, Lili’yle tensel yakınlığı da içeren ama ağırlıklı olarak hem Lili’nin, hem de Ossip’in kurdukları siyasal entellektüel bağla desteklenen bir sevgi ilişkisi.
Avant-garde aydınlardan, sınırları zorlayan, bütün bir yaşam boyunca ulaşmaya çalıştıkları ‘yeni insana’ dair ipuçları taşıyan, devrimle, sanatla, aşkla beslenmiş; son derece şaşırtıcı, zengin, dramatik ve ruh dolu bir insanlık öyküsü. Aydın insan gerçekten de sınır tanımıyor.

Hiç yorum yok: